Kimliğin çığlığı: Toplum, aile ve kabul arayışında bir yolculuk

Toplumsal Kimlik ve Kabullenme Üzerine Derin Bir Roman: Rüzgârına Kapılmak

Toplumların evrimi, insanın kimlik arayışına olan bakış açısını sürekli olarak şekillendirir. İnsan, yüzyıllardır kimliğini yalnızca kendisiyle değil, çevresiyle de kurmuştur. Toplumlar, bireylerin kabul görme, kimliklerini özgürce ifade etme haklarını nasıl ele alacakları konusunda bir arayış içindedirler. Her birey, bir yandan kendi kimliğini bulmaya çalışırken, bir yandan da dış dünyadan gelecek yargılarla yüzleşmek zorunda kalır. İster cinsel yönelim, ister etnik köken, ister dini inanç olsun, bu kimlikler toplumda yer edindiği şekilde şekillenir. Ancak bazen bu süreç, kişinin içsel çatışmalarının bir yansıması olur. İçsel kimlik ile dışsal kabul arasındaki bu gerilim, birçok bireyin hayatının merkezine oturur. Peki, kim, ne zaman ve hangi koşullarda kabul edilir?

Rüzgarına Kapılmak, Deniz Sevinçli, 312 s., Eksik Parça Yayınları, 2024

Bu soru ışığında sadece bir hikâye anlatmaktan çok, toplumsal bir soruyu sorgulamaya başlayan bazı eserler çıkar karşımıza. Deniz Sevinçli’nin Bir kelebeği Yakalamak adlı romanının devamı niteliğindeki yeni romanı Rüzgârına Kapılmak da bu kitaplardan biri. Eksik Parça Yayınları tarafından yayımlanan bu roman, bireylerin kendilerini tanıma, kabul etme ve nihayetinde toplumla barışma süreçlerini ele alırken, bu sürecin sancılarının ne kadar derin olabileceğini ortaya koyuyor. İki ana karakter üzerinden ilerleyen bu hikâye cinsel kimliklerin, aile ilişkilerinin, toplumsal bağların ve bireysel hesaplaşmaların bir arada şekillendiği karmaşık bir anlatıyı sunuyor.

TOPLUMUN KABUL VE DIŞLANMA SINIRLARINI SORGULAYAN BİR ROMAN!

Rüzgârına Kapılmak derinlikli bir iç yolculuğun, toplumsal kabullenişin ve kimlik arayışının hikâyesi. Bu roman, sadece iki karakterin cinsel yönelimleriyle ilgili bir hesaplaşmanın ötesinde, insanın kendisiyle ve çevresiyle olan mücadelesini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Sevinçli, satır aralarına sakladığı “görünmeyen” insanları ve onların dünyasını bu kadar cesur bir şekilde ortaya koyarken, toplumun kabul ve dışlanma sınırlarını da sorguluyor. Eser, iki eşcinselin yaşam mücadelesi üzerinden anlatılıyor. Ancak bu, sadece cinsel kimlik üzerinden değil, aynı zamanda bireyin kendini tanıma ve kabullenme sürecindeki duygusal derinlikleriyle şekilleniyor. Rüzgârına Kapılmak, kahramanlarının yaşadıkları çevreyle, aileleriyle, toplumla ve en önemlisi kendileriyle olan hesaplaşmalarını içeren bir metin olarak, empati kurmanın ve insanın hem bireysel hem toplumsal kimliğini bulmanın ne kadar zorlu olduğunu vurguluyor. Tate ve Rüzgâr, aslında birer simgeye dönüşüyor. Toplumdan dışlanan, kabul görmek için çırpınan, hem geçmişin hem de geleceğin derin izleriyle var olmaya çalışan iki insan. Kitap, onların sadece cinsel kimliklerini değil, bir baba figürüne, aileye, geçmişe ve sosyal çevreye olan bağlılıklarını da derinlemesine işliyor. Bu ilişkiler, insanın psikolojik ve duygusal gelişiminin nasıl şekillendiğini, içindeki çatışmaları nasıl büyüttüğünü ve bazen o çatışmaları ne kadar derinde sakladığını gösteriyor.

Bir baba figürünün bireyin gelişimindeki etkisini görmek, romanın bence en önemli noktalarından biri. Tate ve Rüzgâr’ın babalarıyla olan ilişkileri, her ikisinin de kimlik oluşumundaki zorlukları yansıtırken, içsel çatışmalarının ne kadar köklü olduğunu da gözler önüne seriyor. Freud’un “eşcinsellik, karşıt cinsle özdeşleşme sürecindeki çatışmaların sonucu” görüşünü anımsatan bir şekilde, hem Rüzgâr hem de Tate, babalarının yokluğunda ya da varlıklarındaki eksikliklerde büyüyorlar.

BU, BİR ‘ÖTEKİ’NİN HİKÂYESİ DEĞİL!

Rüzgârına Kapılmak, sadece bir “açılma” (Coming out) hikâyesi değil; aynı zamanda toplumun, kimlikler üzerinden insanları nasıl yargıladığının da farkına varmamızı sağlıyor. Burada önemli olan şey, sadece cinsel kimliğini itiraf etmek değil, kişinin kendisiyle yaptığı derin çatışmalarındır. Toplumun ve ailenin onlara olan tepkileri, hikâyeyi daha da katmanlı kılarken, her bireyin içsel bir çığlıkla var olmaya çalıştığını gösteriyor. Yazar, bu “açılma” sürecini okura sunarken, her bir adımın duygusal yükünü ve zorluklarını gizlemeden, gerçekçi bir şekilde aktarır. Ancak, yazarın başarısı sadece bu süreçleri birer olay olarak anlatmakla sınırlı değil. Sevinçli, bu zorlu yolculukları içten bir empatiyle kaleme alırken, okuru da bu empatiyi anlamaya ve hissetmeye davet ediyor. Ve burada, bir insanın içsel kimliğiyle yüzleşmesinin, onu kabul etmekten çok daha büyük bir mücadele olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Toplumsal normların, ötekileştirmenin ve kabullenmemenin birey üzerinde yarattığı etkileri sorgular, kimliğini bulma sürecinin ne kadar sancılı olabileceğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererken aynı zamanda Tate ve Rüzgâr’ın dünyası, içsel yalnızlıklarının, kabullenilme arzusunun ve kendi kimliklerini bulma çabalarının kesişim noktasını oluşturuyor. Bu, bir “öteki”nin hikâyesi değil, hepimizin bir şekilde karşılaştığı, yaşadığı ve kabul etmesi gereken bir süreçtir.

Sonuçta, Rüzgârına Kapılmak, bir bireyin kimliğini bulma yolculuğunun toplumsal kabul ile nasıl şekillendiğine dair güçlü bir anlatıdır. Deniz Sevinçli, karakterlerini ve onların dünyalarını merhametle, hassasiyetle ve cesaretle resmederken, bu sorulara açık bir şekilde cevap aramamızı sağlıyor: Kim olduğumuz, hangi dünyada var olduğumuz ve bu dünyada kabul görme hakkımız ne kadar doğal?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir